İnsan ve Toplum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.
İnsan ve Toplum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor.

Vatandaşlık, Ulus-Devlet ve Küreselleşme

FELSEFE Ders Notları
Vatandaşlık, Ulus-Devlet ve Küreselleşme - İnsan ve Toplum

Eski Yunan’da Vatandaşlık: Bir siyasi katılım biçimi olarak ilk uygulama imkanını Antik Yunan kent devletlerinde bulmuştur. Antik Yunan’da vatandaş olmak herkese açık bir hak değil, aksine bir tür imtiyaz sahibi olmak anlamına geliyordu.

Modern Ulus Devlet ve Vatandaşlık: Tüm özellikleriyle değerlendirdiğimizde vatandaşlığın kurucu unsurları, ulus devlet sınırları içerisinde geçerli olmak üzere haklar, katılım ve mensubiyettir. Feodal dönem ve Antik Yunandaki vatandaşlık anlayışından farklı olarak, ulus-devlete dayalı modern vatandaşlık, birey-devlet arasındaki ilişkileri soya veya kabileye dayalı olarak değil, birey temelinde kurgulamıştır.

T. H. Marshall, İngiltere örneğinden hareketle geliştirdiği yurttaşlık kuramında, yurttaşlığın sivil, siyasal ve sosyal boyutlardaki gelişimini ortaya koymaktadır.

Modern vatandaşlığın ortaya çıkışındaki esas itici güç Fransız Devrimi’dir. Modern vatandaşlık kavramı bir ulus-devlete üyeliği içerir.

Modern ulus-devlet ideal olarak toprak sınırları belli olan ve bu sınırlar dahilinde meşru yetkilerini kullanan bir oluşumdur. Ulus devlet, kökenleri 1648’de imzalanan Westfalya Anlaşması’na dayanır.

Genel bir kural olarak vatandaşlık bir statü olarak sürekli, ayrıcalıklı ve doğrudan/dolaysız bir durumdur. Devlet doğumla kazanılan vatandaşlığı geri alamamaktadır (süreklilik); yine kural olarak vatandaşlık çoğu durumda sadece bir devlet için söz konusu olmaktadır (ayrıcalıklık); ve başka hiçbir siyasal kurum, yönetici veya grubun vatandaş-devlet ilişkilerinde araya girmesi söz konusu olamaz (doğrudanlık veya dolaysızlık).

Modern Vatandaşlık: Rasyonel ve özerk olduğu, siyasi katılım ve denetim yetenekleri olduğu varsayılan özgür bireyler ve onların yarattığı siyasi kurumlar üzerinde temellenmiştir.

Ulusallık: Bir siyasal topluluğun aynı zamanda kültür, dil, adetler ve karakter bakımından türdeş özellikler göstermesi gerekliliğine işaret etmektedir.

Ulus-devlet içindeki vatandaşlık: Ulusal bir topluluğun üyesi kimliğiyle kimin içeride kimin dışarıda olduğunu belirler. Vatandaşlık hem evrensel hem de ayrımcı prensipleri içinde barındıran tuhaf bir dâhil etme şeklîdir. Ulus-devlet içinde herkese üyelik sağlamayı öngördüğü için evrenselcidir ancak bunu sadece belli bir toprak sınırları içinde belli etnik ve kültürel grubu tanımlayarak yaptığı için de ayrımcı, seçici ve eleyicidir.

Fransız Ve Alman Tarzı Vatandaşlık: Fransa’da uygulanma olanağı bulan doğum yeri esasına göre veya Almanya’da ortaya çıkan kan bağına dayalı olarak kazanılabilir.Fransa’da ulus, devletin kurumsal ve teritoryal çerçevesiyle ilişkili olarak kavranmış; ortak kültürün değil, siyasal birliğin vatandaşlığı oluşturduğu düşünülmüştür. Fransız vatandaşlık anlayışı evrenselci, akılcı ve devlet merkezci olmuştur.

Alman Vatandaşlık Anlayışı: Tikelci, organik, farklılaşmacı ve etnik merkezlidir.  Fransız tarzı vatandaşlıkta, Cumhuriyet’in ilkelerine bağlı olduğunu bildirmek, vatandaşlığın ve daha sonraki biçimsel koşulların gerçekleştirilmesinin önkoşuluydu.  Alman ulus-devletine üye olmanın tek koşulu etnik olarak Alman ırkına ait olmaktan geçiyordu.

Ulus Devlette İki Siyasal Gelenek: Liberal Ve Cumhuriyetçi Vatandaşlık
  • Liberal vatandaşlık anlayışında bireyler kamusal düzeyde eşit haklarla donatılmıştır.  
  • Cumhuriyetçi vatandaşlıkta ise birey, ulusal siyasal topluluğun bir parçası olması nedeniyle parçalanamaz bir biçimde kamu düzenine aittir.  
Aralarındaki en temel fark, liberal vatandaşlık anlayışının “statü”, cumhuriyetçi vatandaşlık anlayışının ise “pratik” olarak vatandaşlık anlayışına dayanmasıdır. 

Göçmenlik, Vatandaşlık Ve Toplumsal Tabakalaşma  
Halfman göç olgusunun, modern ulus-devlette iki temel problemin kaynağı olduğuna işaret etmektedir: sosyal sistemlerdeki herhangi bir üyelik biçiminden dışlanma riski ve ulusal olarak tanımlanan vatandaşlar topluluğundan dışlanma riski.

Morris’e göre, hiyerarşiye yol açan tabakalı vatandaşlık sisteminde, bazı yurttaşlar verilmiş olan haklara ulaşma noktasında resmi olmayan engeller ve yoksunluklarla karşılaşmaktadır.

“Kurumsal ırkçılık” kavramı ABD’de 1964 sonrasında Sivil Haklar Yasası yürürlüğe girdikten sonra ortaya çıkmıştı.  Kurumsal ırkçılık fikri, ırkçılığın toplumun yapılarına sistematik olarak nüfuz ettiğini öne sürmektedir.

Kurumsal ayrımcılık, etnik ve dini azınlık ve göçmenlerin toplumun çoğunluğu için mevcut olan aynı haklara ve fırsatlara ulaşmalarını engelleyen, kurumlardaki rutin yaklaşım ve davranış kalıplarına işaret etmektedir.

Göçmenler açısından göç edilmiş olan ülkenin tabiiyetine geçmek, göçmen ve çocukların sosyal, siyasal ve sivil hakları kullanmasını engelleyebilecek olan ayrımcı uygulamalar ve şiddetten korunmayı otomatik olarak sağlayamamaktadır.  Sonuç olarak Jan Pakulski modern vatandaşlığın marjinalleştirmek, damgalamak ve asimile etmek gibi etkiler yarattığını belirtmiştir.

Ulus Devletin Göçmenlere Yönelik Politikaları 

Eritme Potası (Melting Pot): Azınlık kültürün hakim kültür egemenliğindeki çözülmesinden çok; hâkimiyeti oluşturan tüm kültürel yapıların evrim geçirerek, yeni bir kalıp içinde karışmasını ve yeniden oluşmasını ifade etmektedir.

Asimilasyon: Toplumdaki çeşitli azınlık grupların “devlet politikalarının zorlanması yoluyla” kültürel olarak çoğunluğa benzetilmesi süreci olarak tanımlanmaktadır.

Somersan “doğal asimilasyon” yönünde yargıların bulunduğunu da naklederek ancak bunların yanıltıcı olduğunu; oysa kitlelerin asimilasyonu kanıksaması durumundan söz edilebileceğini ima ediyor. Somersan “zorunlu uyum” terimi üzerinde de durulması gerektiğini belirtmektedir: “Zorunlu” uyum kavramı önemli; çünkü çoğu siyasetçi ve sosyal bilimci, işin zorunluluk boyutuna değinmekte veya yeterince vurgulanmamaktadır. 

Bütünleşme veya Entegrasyon:,Göçmen veya yerli halkların kendi istekleri ile çoğunluk kültür ve topluma uyum göstermesi ve çoğunluk toplumun normlarını, değere düşünce kalıplarını benimsemesi olarak tanımlanır.

Çok kültürcülük Parekk’e göre ‘Çokkültürlü toplum’ terimi bir olgu olarak kültürel çeşitliliğe işaret eder, ‘çokkültürcü’ terimi bu olguya yönelik normatif bir tepkiyi dile getirir”.

Çokkültürcülük, Kanada, Avustralya ve Amerika gibi ülkelerde kültürel çeşitliliğin olumlu karşılanmasını ve yüceltilmesini ifade etmektedir. Farklı grupların asimilasyonuna ve toplumun homojenleştirilmesine karşıdırlar.

Küreselleşmenin getirdiği toplumsal dönüşümler ve buna bağlı olarak ortaya çıkan çoğul kimlikler ve ulus ötesi kurumların artan rolü sonucu her geçen gün daha da artan farklılaşmış kimlikler yaşadığımız dünyanın bir gerçeği haline gelmiştir. İşte çokkültürcülük ve yeni vatandaşlık tartışmaları da bu zemin üzerinde yeşermeye başlamıştır. Bugün, çokkültürcülüğün merkezi değerleri üç ilke ile özetlenmektedir.

Çokkültürcülük kavramı ilk kez 1971 yılında Kanada Hükümeti tarafından ve bir siyaset biçimini ifade etmek üzere kullanılmıştır.   

Bugün, çok kültürcülüğün merkezi değerleri üç ilke ile özetlenmektedir.
  • Birinci ilke, “kültürel çeşitliliğin tanınmasıdır. Bu ilke, çokkültürcülüğün yetkin kuramcılarından biri olan Charles Taylor tarafından “Tanınma Politikası” olarak adlandırılmıştır. 
  • İkinci önemli ilke, “toplumsal eşitlik”tir.  
  • Üçüncü ve son ilke, “toplumsal bütünleşme’dir.
Küreselleşme Ve Yeni Vatandaşlık Teorileri

Ulus-Sonrası (Post-National) Vatandaşlık: Ulus-sonrası yurttaşlık anlayışı, hakların sosyal statü, etnik köken, renk, inanç, cinsiyet gibi özelliklere bakılmaksızın evrensel insan hakları çerçevesinde tüm insanlığa yaygınlaştırılması gereğinin kavramsal boyutunu teşkil eden insan hakları doktrininden yola çıkmaktadır.

Küresel Vatandaşlık: Falk'a göre ekonomik güçlerin küreselleşmesi beraberinde evrensel kimliğin oluşmasında rol oynar. Küresel vatandaşlığı, bölgesel siyasi birlikteliklerin oluşmasına bağlayabiliriz. Son olarak, küresel vatandaşlık 1980’lerde sosyal hareketlere yol açan uluslararası aktivizmle de ilişkilendirilebilir.   İşte küresel vatandaşlığın son zemini de küresel duyarlılıktır. Küresel vatandaşlık belirli bir bölgenin sorumluluğundan öte kürenin sorumluluğunu bireye yüklemektedir.

Ekolojik Vatandaşlık: Van Steenbergen'in ifadesiyle ekolojik vatandaşlığın kapsayıcı bir özelliğe sahip olması hem insan hem hayvan haklarını savunması ile açıklanabilir. Bazı ciddi ekolojik problemler küremizi tehdit edecek boyuta ulaştı. Bu da dünya vatandaşlarına sınırlar ötesi bir sorumluluk yükledi. Böylece vatandaşlığın ulusal sınırların dışında tanımlanması ihtiyacı doğmuş oldu.

Küresel ve ekolojik vatandaşlıkta görüldüğü gibi geleneksel vatandaşlık yeni gelişmeler veya sorunlar nedeniyle coğrafi / ulusal açıdan değişmeye başlamıştır. Çünkü vatandaşlığın ulusal ve coğrafi sınırların ötesinde tanımladığı bir döneminden geçiriyoruz.

Çokkültürlü Vatandaşlık: Hakların ve taleplerin ve taleplerin küresel çağda nasıl çeşitlendiğini ortaya koymaktadır. Azınlık haklarını bu bağlamda değerlendirebiliriz.    

Kymlicka’nın çokkültürlü toplum projesini dayandırdığı çokkültürlü yurttaşlık fikri şu haklardan oluşmaktadır:  Özyönetim hakları, Çoketniklilik hakları, Özel temsil hakları 

Avrupa Vatandaşlığı: Ulus-devletin dışında ve ötesinde bir vatandaşlık yaratılmasını amaçlayan ilk ve tek deneyimdir.

1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile yasallaşan Avrupa yurttaşlığı politikası, bir Avrupa kimliği yaratılması yolundaki en önemli adım olarak kabul edilmiştir. 1997 tarihli Amsterdam Antlaşması ile tanınan haklardan en önemlisi, AB kurumlarına herhangi bir resmİ Avrupa dili ile yapılan başvuruda aynı dilde cevap almaktır.  

Avrupa vatandaşlığı klasik anlayışın coğrafi ve hukuki boyutlarıyla nasıl değiştiğini göstermektedir. Çünkü bu vatandaşlık kipi ulus ötesi bir zemin önermekle coğrafi, değişik yerlerde yaşayan farklı kültür ve kökenlere bağlı insanlara aynı statüyü tanıdığı için hukuksal (statü) bir açılım sağlamaktadır.

“Akademik hareketlilik” kişilerin sosyalleşme yoluyla kendilerini Avrupalı olarak hissetmeleri için tasarlanmıştır.  Lizbon Anlaşmasında, AB üyelerinin vatandaşlarının “aynı zamanda” AB vatandaşı da oldukları ileri sürülmektedir. Böylece “Avrupa yurttaşlığı ulusal yurttaşlıkların bir tarafa bırakılması anlamına gelmemektedir” düşüncesi geçerliliğini korumaktadır.

Martiniello’ya göre, Avrupa yurttaşlığı ilkesi ile amaçlanan, Avrupa'nın siyasi ve sosyal bütünleşmesini değil, iç pazarın sorunsuz işleyişini sağlamaktır. Avrupa bütünleşmesi projesinin babası Jean Monnet’dir.

Sağlık, Hastalık ve Toplum

FELSEFE Ders Notları
Sağlık, Hastalık ve Toplum - İnsan ve Toplum

Sağlık veya hastalık, insanların aklına öncelikle, sosyal bilimler ya da sosyoloji değil de doktorlar, hastaneler ve ilaçlar gelir. Ancak sağlık, sosyolojinin konuları arasındadır.

Hatta sağlık sosyolojisi, günümüzde özellikle Batı ülkelerinde sosyolojinin en geniş alt dallarından biri haline gelmiştir. 

Klasik sosyoloji kuramları içinde Engels’in, “İngiltere’de işçi Sınıfının Durumu” adlı çalışması ve Durkheim’ın intihar çalışması, öne çıkan çalışmalardır.  Modern sosyoloji içinde de sağlıkla ilgili sayılabilecek en ünlü çalışma, Parsons’ın “Sosyal Sistem” adlı eseridir. 

Sağlık (ve hastalık) sosyolojisi, sağlığın ve hastalığın, toplumda nasıl üretildiğini, nasıl dağıtıldığını, bu süreçlerin toplumsal yapılarla olan ilişkilerini inceler.

Sağlık sosyolojisi terimi ilk olarak, 1894' te Charles McIntyre tarafından kullanılmıştır.  

Sağlık sosyolojisinin gelişimi, üç dönemde incelenebilir:
  1. Tıpta Sosyoloji (sociology in medicine) : 1960’lara kadar olan kısmını kapsar. Bu dönemde, tıbbın kendi paradigması ve ‘sağlığın ve hastalığın biyomedikal modeli’ baskındır. Sosyoloji, tıp yanlısıdır.
  2. Tıp sosyolojisi (sociology of medicine / medical sociology): Bu dönemde yapılan çalışmalarda tıp eleştirilmeye başlanmış; modern tıbbın meşruiyeti, tıp mesleğinin sınırları ve tıbbi örgütlerin işlev ve işleyişleri sosyolojik olarak sorgulanmıştır. 1960 ve 1970'ler süresince yapılan çalışmaları içine alan dönemdir.
  3. Sağlık ve hastalık sosyolojisi (sociology of health and illness): Bu dönemde yapılan çalışmalar eğitim, din, siyaset gibi diğer toplumsal kurumlara ve sağlıkla bu kurumların ilişkilerine odaklanarak önceki dönemin sınırlılıklarını aşmıştır.1970'li yılların sonundan itibaren başlamıştır.
Sağlık Nedir?

“Fiziksel, zihinsel ve sosyal açılardan tam bir iyilik hali”dir sağlık kavramını 1948 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) açıklamıştır.

Sağlığın ve Hastalığın Biyomedikal ve Sosyal Modelleri 
İnsanların en önemli ölüm nedenlerinin enfeksiyonlar ve akut hastalıklardan kalp hastalığı, kanser gibi kronik hastalıklara doğru dönüşmesi epidemiyolojik dönüşüm ya da epidemiyolojik eşik olarak bilinmektedir.

Biyomedikal Model: Hastalıklara neden olan sosyal, ekonomik, politik, psikolojik faktörleri görmezden gelen indirgemeci bir yaklaşımdır. Hastalığın sosyal belirleyicileri içinde bireysel düzeyde sigara içmek, stres ve egzersiz; yapısal düzeyde işsizlik ve yoksulluk sayılmaya başlanmıştır. 

Sağlık ve hastalık sosyolojisi, hastalığın ve sağlığın toplumsal olarak modellendiğini, tekrar tekrar belirtmiştir.  Sağlık durumu, biyoloji dışındaki faktörlerin sonu¬cudur, ve tesadüfi olarak oluşmadığı kanıtlanmıştır.

Ölüm ve hastalık oranları ya da insanların yaşamlarındaki değişimler, toplumsal yapılarla ilişkilidir ve cinsiyete, sınıfa, ırka ve yaşa göre değişiklik gösterirler.  Bu anlamda biyomedikal model, sağlıktaki toplumsal eşitsizlikleri hesaba katma konusunda başarısız olmuştur.  Bu çerçevede, biyomedikal modelin eleştirisinden doğan sağ¬lığın ve hastalığın sosyal modeli, biyomedikal modelin antitezidir.

Sosyal modelin özellikleri, kısaca şu şekilde özetlenebilir:
  1. Tıpta, içsel olan zihin-beden ikiliğine karşı çıkar. 
  2. Fiziksel beden, bireyin bütününden bağımsız bir şekilde “onarılabilecek” bir makine değildir. 
  3. Sağlık ve hastalık, sadece biyolojik değişimlerle ilişkili değildir.  
  4. Son olarak, tıbbi bilgi, hiçbir şekilde objektif olamaz; bilimsel bilgi de dahil olmak üzere, bütün bilgiler, içinde üretildikleri bağlama bağlıdır.  
Eleştiri önemlidir ve sağlık sosyolojisinin kuruluşu, tıbbi bilginin ayrıcalıklı kabul edilmemesiyle birlikte başlamaktadır. Bu açıdan, sağlık sosyolojisi bilgi sosyolojisinden doğmuştur denebilir.

Sağlığın Toplumsal Belirleyicileri 
Sağlığı etkileyen çok sayıda faktör söz konusudur. Bu faktörler bireylerin, grupların ve toplumların sağlık düzeylerinin birbirinden farklılaşmasına neden olmaktadır. Sağlık düzeyleri, çok çeşitli değişkenlerle ölçülebilirse de bu konuda en sıklıkla başvurulan ölçütler, doğumda beklenen ortalama yaşam süresi, ölüm oranı (mortalite) ve hastalanma oranıdır (morbidite). 

Bireylerin sağlıkları, önemli ölçüde, içinde bulundukları toplumsal koşullar tarafından biçimlendirilmektedir. Toplumda, sağlık statüsünde, sağlığa ilişkin risklerin dağılımında ve sağlık hizmetlerine erişimde çeşitli eşitsizlikler söz konusudur ve bu eşitsizlikler, bireyler ya da gruplar arasında ölüm ve hastalık oranlarında, ortalama yaşam sürelerinde ve algılanan sağlık statülerindeki farklılıklarda görünür hale gelmektedir 

Bu etkenler: 
  • Genelden özele doğru genel sosyal 
  • Ekonomik 
  • Kültürel ve çevresel koşullar 
  • Beslenme 
  • Eğitim
  • Çevre kirliliği 
  • Gelir düzeyi 
  • Yaşama ve çalışma koşulları
  • Barış ve insan hakları güvencesi 
  • Devlet tarafından iyi bir şekilde yönetilme 
  • Temiz su ve hijyenik kanalizasyona erişim 
  • Etkili sağlık hizmetlerine erişim 
  • İyi barınma koşulları
Sosyal ve topluluksal ağlar: Bireysel yaşam tarzı faktörleri, Yaş, Cinsiyet, Kalıtımsal faktörler

Demografi ve Nüfus

FELSEFE Ders Notları
Demografi ve Nüfus - İnsan ve Toplum

Demografi: Göç, doğum ve ölüm süreçlerini ele alarak insan nufusu çalışan bir bilim dalıdır.
Nufus yapısını oluşturan temel özellikler , cinsiyet ve yaş gibi biyolojik özelliklerle, gelir, eğitim durumu, medeni durum, ırk özellikleri gibi sosyo-ekonomik  ve kültürel özelliklerden oluşur.

Doğum, yeni doğan kişinin bakışından, dünyaya geldiği zaman ve yeri tanımlar.

Doğurganlık, ebeveynlik statüsünü açıklayan bir kavramdır.

Doğum süreçlerinde kullanılan ölçümler şunlardır:
  1. Kaba Doğum Hızı: Bir yıl içinde tüm yaş grubundan annelerin yaptıkları doğum sayısının, genel nüfusa oranlamasıdır.
  2. Genel Doğurganlık Hızı: Genel Doğurganlık Hızı, doğurganlık yaşına bağlı bîr ölçümdür. Bir yıl içinde meydana gelen doğum sayısının, yıl ortasında doğurganlık yaşında olan kadınların sayısına oranlamasıyla oluşur.
  3. Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı (YGGDH): Yaş gruplarına göre doğurganlık hızı, bir yıl boyunca, bir yaş grubunda yer alan kadınlara düşen doğum sayısıdır. Yıl ortasındaki sayı dikkate alınır. Her 1000 kadına düşen doğum sayısı olarak hesaplanır.
  4. Toplam Doğurganlık Hızı: Toplam Doğurganlık Hızı, Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı dikkate alınarak hesaplanır. Tüm yaş gruplarındaki doğurganlık hızının ağırlıklı toplamı alınarak, yaş grubunun sınıf aralığını oluşturan beş ile çarpılır. 
Nufus Kuramları: 
(Nufus artışını etkileyen faktörleri açıklamak için)

Malthus: Nufusun kontrol edilmediğinde  geometrik oranla artarken; yiyecek üretiminin  aritmetik oranla arttığını savunur.

Malthus'a göre insan toplumunda nufusun artışını kontrol etmek için şu mekanizmalar bulunur:
  • Ölüm hızını artıran pozitif kontrol mekanizması
  • Doğum hızını düşüren önleyici kontrol mekanizması
Brettano: Artan zenginlikle, zevke düşkün insanoğlunun daha farklı eğlencelere yönelmesinin doğurganlığı düşürdüğünü savunur.

Sadler: Doğurganlığın nufus yoğunluğuyla ters orantılı olduğunu savunur.

Sadler'in nufus kanunundaki ilkeleri şunlardır:
  • Doğurganlık, nufus yoğunluğu ile ters orantılıdır.
  • Doğurganlık ölüm hızı ile doğrudan değişir.
Doubleday: Bitkiler ve hayvanların üremesi üzerinde beslenmenin yarattığı etkileri inceleyerek, elde edilen sonuçların insan doğurganlığı için de geçerli olduğunu savunur.

Ungem-Sternberg: Kapitalist mentaliteden etkilenen kadınlara eşitlik ve bağımsızlık arayışlarında erkekleşmeye başlamalarının doğurganlıkta düşüşe yol açtığını savunur.

Nitti: Bireyselliğin güçlü bir biçimde geliştiği, toplumsallaşmanın bireysel aktiviteyi ortadan kaldırmadığı, zenginliğin bölündüğü, eşitsizliğin sosyal nedeninin işbirliğinin daha üst bir formuyla ortadan kaldırıldığı toplumlarda doğum hızı, yiyecek hızına eşitlenir.

Dumont:  Yoksulluğun ve cehaletin yüksek doğurganlık nedeni olmadığını, tam tersine yüksek doğurganlığın, yoksulluk ve cehalet nedeni olduğunu iddia eder.

Fetter: Gönüllülük Yaklaşımı - Hiç bir nufus ilkesi tek başına doğurganlık kalıplarındaki değişimi açıklamak için yeterli değildir.

Sosyal Damarlar: Bir toplum üyesinin o toplumun değerlerine göre saygınlık kazanabilmek için ortaya çıkan bireysel dürtülerinin doğurganlık üzerindeki etkisini inceleyen yaklaşımdır.

Sosyal Damarlar ilkesini Dumont önermiştir.

Sosyal Damarlar kavramı, zevk, zerafet, lüks, gerçeğe ve adalete duyulan sevgi, hatta genelin iyiliği adına kendini feda edebilmek olan ideallerdir.

Morbidite: Sonu ölümle bitecek hastalıkları ve salgınları  açıklamakta kullanılan kavramdır.

Ölüm: Demografik açıdan nufusun azalmasını anlatan süreçtir.

Ölüm İstatistikleri üç ana hesaplamaya dayanır:

Kaba Ölüm Hızı: Bir yıllık bir süre içinde bir nufusta meydana gelen ölüm sayısının, her 1000 yaşayan kişiye düşen oranıdır.

Yaşa Bağlı Ölüm Hızı: Bir yıl içinde belirli bir yaş aralığında meydana gelen ölüm sayılarının aynı yaş grubunda yer alan toplam nufusa oranıdır.

Çocuk ölümlerinin incelenmesinde, yaşa bağlı ölüm hızları hesaplanmaktadır.

Çocuk ölümleri için üç temel kategori kullanılır:
  • Yeni doğan: Yaşamın ilk gününden yirmi sekizinci gününe kadar.
  • Bebek: Yaşamın ilk yılını,
  • Çocuk: Yaşamın ilk yılından beşinci yılına kadar.
Yeni Doğan Ölüm Hızı: Bir yıl içinde yaşamının birinci ve yirmi sekizinci günleri arasında ölenlerin sayısının, o yıl içinde meydana gelen doğum sayısına oranıdır.

Nedene Bağlı Ölüm Hızı: Morbidite hızında vaka ölçümü, Nedene Bağlı Ölüm Hızı’nın hesaplanmasında kullanılır. Çünkü hangi grupların ölmekte olduğunu, hangi grupların riskinin en az olduğunu bilmek istenir.

Göç: Nüfus hareketlerini etkileyen diğer bir süreç, göçtür.

Başlıca göç sınıflandırılmaları: 
İç göç: Bir nüfus ipinde, alt grupların hareketliliğidir. 
Örneğin, Türkiye’nin daha az gelişmiş bölgelerinden İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollere göç edilmesine iç göç denir.  

Dış göç: Bir nüfusun, bir ülkeden başka bir ülkeye hareketini anlatır.  
Örneğin, 1960’Iı yıllardan itibaren ekonomik nedenlerden dolayı, Türkiye’den Batı Avrupa’ya doğru büyük bir hareketlilik yaşanmıştır. 

Zorunlu Göç: Savaş, doğal afet ya da baskı nedeniyle, nüfusun, kendi istekleri dışında, ülkelerinden başka bir ülkeye hareketliliğidir.

Göç Ölçümleri şu şekilde sınıflandırılır:
  • Gelen göç: Bir grup insanın, bir nüfusun ya da alt nüfusun yerleştiği bölgeye, yerleşmek amacıyla gelmesidir.
  • Giden göç: Bir grup insanın, başka bir yere yerleşmek için, belirli bir bölgeden gitmesidir.
  • Net göç: Belli bir zaman diliminde, bir coğrafi bölge için, gelen ve giden göç arasındaki farkı verir.
  • Katkılı (gross) göç: Belli bir zaman aralığında, gelen ve giden göçün toplamıdır.

Göç Olgusu ve Uluslararası Göç Kuramları

FELSEFE Ders Notları
Göç Olgusu ve Uluslararası Göç Kuramları - İnsan ve Toplum

Göç, ekonomik, toplumsal ve siyasal nedenlerle insanların bireysel ve kitlesel olarak yer değiştirme eylemi ya da yaşanılan yerin değiştirilmesi eylemidir.

Göç: İç göç, Dış göç, Zorunlu göç, Gönüllü göç

Göç hareketlerini amaçları açısından şu şekilde sınıflandırabiliriz: 
  • Amacı Açısından: Ekonomik/ Ekonomik olmayan göç,
  • Etmenler Açısından: Gönüllü / Gönülsüz göç,
  • Süresi Açısından: Geçici / Sürekli göç,
  • Yerleşim Yeri Açısından: Transit / Yerleşik göç,
  • Yasal Statü Açısından: Yasal / Kaçak göç,
  • İllegalite Açısından: Vasıflı / Vasıfsız göç.
Göç Nedenleri: Uluslararası göç literatüründe dört ana başlık altında değerlendirilir.
  • Bölgelere arası gelir farklılıkları
  • Ülkeler arası farklı demografik özellikler
  • Kapitalizmn devresel krizleri
  • Küresel olarak yeniden yapılanmaya zorlanan ekonomiler
Neo-klasik ekonominin makro güç kuramı gücün temel nedenlerini:
  • Ülkeler arası ücretler,
  • İstihdam koşullarındaki farklılıklar şeklinde sınıflandırırlar.
  • Göçün kendisi emek piyasasını dengeleyici bir mekanizma olarak algılanmaktadır. 
  • Makro düzeyde göç, sermaye ve emeğin coğrafi olarak eşitsiz dağılımından kaynaklanmaktadır.
  • Ülkeler arasındaki ücret farklarının giderek azalması emek hareketlerinin yavaşlamasına ve göçün son bulmasına neden olacaktır.
Neo-klasik ekonominin mikro güç kuram:  
Bu kuram da göçün nedenleri konusunda makroekonomik kurama benzer bir şekilde varsayımlar öne sürmektedir. Ancak, bu kuram göre, göçe neden olan faktör, iş piyasalarındaki makro olgularla birlikte özellikle bireyin kendisidir.   

Sjaastad, Borjas ve Todaro’nun geliştirdikleri bu modele göre bireyler; rasyonel düşünce sistemlerini kullanarak maliyet/kâr hesabı yapmak suretiyle daha yüksek bir kazanç elde edecekleri hesabının sonucunda göç etme kararı vermektedir.   

Bu modele göre göçte belirleyici olan, bireyin hedef ülkenin işyerindeki kazancı hesaplamasıdır. Bu hesapta yaş, deneyim, öğrenim, medeni durum ve beceri gibi bireysel değişkenler rol oynamaktadır.   

Mikroekonomi kuramı, göç kararının bireysel olarak alındığını vurgular; göç veren ülke ve gidilmek istenen yer çeşitli ülke alternatifleri arasındaki göreli maliyet ve fayda karşılaştırmasına yani “rasyonel tercihlere” dayanır.  Mikro kuram göçü gelirin maksimizasyonu doğrultusunda bireysel bir karar olarak ele almaktadır.  Neo-klasik mikro göç kuramı, dayandığı iktisat modeline ve günün koşullarına uygun olarak “bireysel faktörleri” göç analizinin içine katmıştır.

Neo-klasik modele yönelik eleştiriler: Neo-klasik kuramın fayda-maliyet modeli, benzer göçlerin neden eşit derecede fakir bölgelerden olmadığına yanıt verememektedir.  

Bu model temel olarak oldukça bireyselcidir ve varsayımları göçün sosyo-ekonomik ve sosyo-politik boyutunu göz ardı etmektedir.   

Neoklasik (“piyasa mantığı”) yaklaşım, sosyal, politik, kültürel etkenleri bir kenara bırakmakta ve sadece iktisadi mekanizmalara odaklanmaktadır.  

Yeni Ekonomi Kuramı
1990’li yıllarda Oded Stark tarafından geliştirilen teori göç kararının sadece bireyler tarafından değil, gruplar tarafından verildiğini, özellikle aile ve hane halkının etkili olduğunu, göçün bîr aile stratejisi olduğunu öne sürmektedir.

Yeni ekonomi teorisine göre göç kararları yalnız bireysel aktörler tarafından alınmamaktadır.

Yeni ekonomi kuramına göre ise göç kararı, kolektif bir aile kararıdır. Göçlerde bireyin değil ailenin ve hane halkının karar ve davranışları önemlidir.

Yeni Ekonomi kuramına göre, göçe üç temel finansal faktör yol açmaktadır:
  1. Diğergamlık (aileye bağı nedeniyle kişinin kendi çıkarı dışında ailesinin çıkarlarını da düşünmesi ve bu çıkarlar doğrultusunda göç kararı alması).  
  2. Güvence (gelir şoklarını aşabilmek için insani ve sosyal gelişim) ve yatırım (hayat boyu göç planının bîr parçası olarak anavatanda gerçekleştirilmeye çalışılan varlık birikimi)               
  3. Yatırım (hayat boyu göç planının bir parçası olarak anavatanda gerçekleştirilmeye çalışılan varlık birikim)  
“Neoklasik” ve “yeni ekonomi” kuramının her ikisi de mikro düzey modellerdir. Aralarındaki temel fark, göç kararını kimin verdiği (birey ya da hane halkı), gelirin ve risklerin nasıl hesaplandığı gibi noktalardadır. 
 
İkiye Bölünmüş Emek Piyasası Kuramı 
Bu teoriye göre uluslararası emek göçü, büyük ölçüde gelişmiş ülkelerdeki talebe dayalı olarak gerçekleşmektedir.
Göçmen işçi talebi ekonominin yapısal gereksinimlerinden doğar; Ücret teklifleri ve uluslararası ücret farkları emek göçünün oluşması için zorunluluk değildir. 

Göç, endüstri sonrası toplumların ekonomisinde yapısal olarak oluşan birincil sektör ve ikincil sektör ayrımına bağlı olarak, bu toplumların ikinci sektördeki vasıfsız emek ihtiyaçlarını karşıladığı için artmaktadır.

İkili işgücü piyasası teorisinin temel noktası şudur: Gelişmiş ülkelerde düşük seviyeli işgücüne sürekli bir talep olduğundan ve yerli işçiler kabul etmediği için göç sürekli olarak artmaktadır.

Bu teori göçü, modern sanayi toplumlarının yapısal ihtiyaçlarıyla bağlantılanmakta ve daha çok gelişmiş alıcı ülkelerin göç motifleri üzerinde durmaktadır.   

Bu teoriye göre göç alan ülkelerin çekici faktörleri göç veren ülkelerin itici faktörlerinden daha önemlidir.  

Gelişmiş ülkelerde işgücü göçü ihtiyacı ekonomik yapı açısından gereklidir.  Göç alan ülkelerdeki çekici faktörler, sabit yapılı enflasyon, motivasyon problemleri, çift yönlü ekonomi, işgücü arzıdır.

1970’Ii yılların sonlarında Michael J. Piore tarafından geliştirilen teori göçün, sanayi toplumlarının sürekli bir gereksinimi olduğunu ileri sürmektedir.  

“İkiye Bölünmüş Piyasalar” kuramı, uluslar arası göç hareketinin modern sanayi toplumlarının işgücü talebinden ileri geldiğini savunmaktadır.   

Bu kuramın önde gelen isimlerinden Piore’ye (1979) göre, uluslararası göç, gelişmiş ülkelerin ekonomik yapısının bir temel öğesi olan sürekli işgücü talebinden dolayı gerçekleşmektedir. 

Göç Sistemleri Kuramı : Göç olsuna uluslararası ilişkiler çerçevesinde, ekonomik ve politik temelli olarak yaklaşan kuramsal bir çerçevedir.

Göç Endüstrisi, İşci bulma örgütleri avukatlar, acentaler, kaçakçılar ve diğer aracıların birleşmesiyle ortaya çıkar.

Faist, göç sistemleri kuramının üç özelliğinden bahseder. Bunlar;
  • Kuramın göç sistemlerindeki sürece yoğunlaşması
  • Kuramın insanlardan ziyade ülkeler arasındaki bağlantıların varlığı üzerine mal, hizmet, bilgi ve fikir akışlarına vurgu yapması.
  • Kuramın toplumsal ağ kuramını güçlü biçimde uygulaması şeklindedir.
Dünya Sistemi Göç Kuramı, 1970'li yıllarda Wallerstein, Amin, Galtung, Castle ve Kosack tarafından ortaya atılmıştır. 1980'li yıllarda Castles, Sassen ve Portes  tarafından geliştirilmiştir.

Dünya Sistemi Göç Kuramı'na göre, uluslararası göç, kapitalist gelişmenin neden olduğu kopma ve yer değiştirmelerinin doğal sonucudur.

Dünya Sistemi Göç Kuramı Temel Varsayımları
  • Göç, kapitalis gelişme sürecinde ortaya çıkan düzensizliklerin ve bozulmaların doğal sonucudur.
  • Uluslararası göç, giderek gneişleyen küresel piyasanın siyasal ve ekonomik organizasyonlarını izler.
  • Kapitalis ekonomik ilişkilerin çevre ülkelere nufus etmesi, kapitalist olmayan toplumlarda dışarıya göçe eğilimli, hareketli nufus yaratmaktadır.
Massey, göç ağını göçmenlerin aileleri, arkadaşları ve ülkelerinde kalan yakınları ile karşılıklı ilişkilerinin bir bütünü olarak tanımlar.

Uluslararası göçü özendiren nedenleri şu başlıklar altında toplayabiliriz:

Soydaşlık ve dostluk ilişkileri ağlarının varlığı
Göçmenler arasındaki ortak köken 

Göçmen İlişkiler Ağı Kuramı'nın varsayımları şunlardır:
  • Göçmen ilişki ağları, göç hareketinin maliyetini ve risklerini azaltır.
  • Göçmen ilişki ağ bağlantıları, yurt dışında bir işe ulaşmada kullanılan sosyal sermaye biçimini oluşturur.
  • Göçmenlerin sayısının kritik bir eşiğe ulaşması ve ağların genişlemesi; göçün maliyetini ve risklerini azaltır.
  • Zamanla göç davranışı, göç veren toplumun geniş katmanlarına yayılarak genişler.

Çevre ve Toplum

FELSEFE Ders Notları
Çevre ve Toplum - İnsan ve Toplum

Başlıca Çevresel Sorunlar
  • Asit Yağmurları : Kükürt ve Azot'un havaya karışmasıyla sülfirik aside ve nitrik aside dönüşerek yağmur olarak inmesi
  • Hava Kirliliği : Canlılar tarafından solunan havanın içine karışan, tüm canlıla­ra ve doğal çevreye zarar veren kimyasalların, gaz ya da sıvıların içinde bulunan ve partikül denilen cansız küçük parçacıkların, mikroskopla görülebilen sağlığa zararlı küçük organizmaların canlılar ve çevre üzerinde tahribat yaratacak, hastalık ve ölüme yol açacak derecede yoğun olmasıdır.
  • Su Kirliliği : Kanalizasyon, gemi atıkları, kentlerden çıkan atık suların kanalizasyonla denizlere atılması, kimyasal gübre, balık çiftlikleri vb.
  • Toprak Kaybı ve Kalitesinde Azalma : Ormanların tahrip edilmesi, Tarım alanlarının aşırı ekimi nedeniyle toprağın besinlerini kaybetmesi, Aşırı otlatma, Endüstriyel atıklar, kentsel atıklar, erozyon
  • İklim Değişiklikleri : İklim değişiklerinin en önemli göstergeleri kutuplarda buzulların erimesi, okyanuslarda sıcak su akıntılarıyla taşınan ısının yeniden dağılımı, belirli bölgelerde yüzeye düşen yağmur miktarının azalması ve kuraklık dönemlerinin uzamasıdır.
  • Küresel Isınma : Küresel ısınmanın başlıca nedeni insan aktivitelerinden kaynaklanan gazların oluşturduğu sera etkisidir.
  • Sera Etkisi : Atmosferde başlıca sera gazlan olarak bilinen karbondioksit, me­tan, kloroflorokarbonlar ve su buharının radyasyonu emerek sera etkisi oluşturma­sıdır.
  • Ozon tabakasının Delinmesi : Ozon tabakası kutuplar üzerinde yer alan ve güneşten gelen ve canlılar için zararlı olan ultraviole ışınlarını tutan bir tabakadır. İnsan aktivitelerinden çıkan kloroflorokarbonlar ozon tabakasını incelterek canlı­lar için zararlı ışınların yeryüzüne ulaşmasını kolaylaştırmaktadır.
Çevre Sorunlarının Nedenlerini Açıklayan Yaklaşımlar

Çevre kirliliği ve nasıl çözülebileceğiyle ilgili farklı bakış açıları konusunda bilgi edinmek isteyenlerin karşılaşacağı en önemli sorun, çevre sorunlarıyla ilgisiz görünen ama anlamalarından çok farklı bir içerik ve kullanımla karşımıza çıkan eski kavramlar ve birbirleriyle oldukça örtüşen yaklaşımlar yığını karşısında kalma durumudur.

Çevrecilik - Radikal Ekoloji : Organizmaların çevreleri ile arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalına ekoloji (çevre bilim) denir. Çevrecilik çevre sorunlarının çözümü için doğaya odaklanır. İnsan üstünlük taslamaktan vazgeçmeli ve doğa ile uyum içinde yaşamalıdır. Radikal ekoloji, doğa bilimlerinin bir dalı olan ekolojiye normatif bir anlam katar.

Antroposentrik Etik/Ekosentrik Etik : Antroposentrik etiğe göre insanlar kendilerini doğada yaşayan diğer canlılardan üstün kılacak eşsiz özelliklere sahiptir.

Ekosentrik etik evreni de içine alan bütüncül bir yaklaşım sunar. İster canlı ister cansız olsun tüm varlıkların doğuştan gelen bir özdeğeri vardır. Bu özdeğer doğrultusunda tüm yaşam formlarının eşit derecede yaşama ve kendini gerçekleştirme hakkı vardır. Ekosentrik etiğin temelini tıpkı antroposentrik etikte olduğu gibi din oluşturmaktadır.

Kentleşme

FELSEFE Ders Notları
Kentleşme - İnsan ve Toplum

Kent : Toplumsal açıdan örnek olmaya, insaların göreli olarak geniş bir alanda, yoğun biçimde ve sürekli olarak birlikte bir yere yerleşmiş biçimidir.
Kentleşme : Kent sayısının ve kentlerde yaşayan nufusun artmasıdır.

Kentlileşme ise kent kültürüne ait değer, davranış ve tutumların benimsenmesi olarak tanımlanabilir.

Kentlerin Kökeni : Arkeolojik bulgular tarihte ilk kentlerin MÖ. 6000 yıllarında belirmeye ve M.Ö 4000 dolaylarında ortaya çıktığını göstermektedir. İlk kentler Maden Çağın da ortaya çıkmıştır. Bu kentler birer ordu karargahı durumundadır. Gıda ihtiyaçlarını istila ettikleri tarımsal bölgelerden sağlamışlardır.

Begel’e göre, ilk kentler maden çağında ortaya çıkmıştır.

Gordon Child “Kentsel Devrim” başlıklı makalesinde Mısır, Mezopotamya ve İndus Vadisi’nde ortaya çıkan ilk kentlerin neolitik köylerden ayıran temel özelliklerini incelemiştir.

Sanayi Öncesi Kentler : Batı ve batılı olmayan toplumlarda sanayi öncesi kentlerin ekolojik, ekonomik ve toplumsal örgütlenme biçimlerinin temel özellikleri ilk defa Sjoberg tarafından kaleme alınmıştır.
  • Ekolojik Örgütlenme : Nufuz az, sokaklar dar, mahalle ve sokaklar etnik farklılaşmayı yansıtmaktadır.
  • Ekonomik Örgütlenme : Mal üretimi ve hizmetin sunulması insan ve hayvan gücüne dayanmaktadır. Ağırlık ve ölçü birimi yoktur. Pazarlık yoluyla alım gerçekleşir.
  • Toplumsal Örgütlenme : Sınıfsal tabakalaşma vardır. Statü, konuşulan dil, kıyafet, yaş, cinsiyet belirginleşmiştir.
En önemli değişim endüstri devrimiyle olmuştur.
Kent merkezinden uzakta yeni yerleşim birimleri banliyoler kurulur.

Modern Kentleri Açıklayan Yaklaşımlar

Chicago Okulu: Sosyal Ekolojik Yaklaşım
Bu yaklaşım 1920’li yıllarda hızla büyüme sürecine giren Chicago’nun kentleşme deneyimi üzerine yapılan araştırmalardan oluşmuştur.

Hızlı göç alan Chicago kenti ticaret, finans ve taşımacılık merkezi olarak da önemli bir kentleşme deneyimi yaşıyordu.

Robert Ezra Park (1864-1944)
Robert Park, sosyal ekolojik yaklaşım ekolünün ilk kurucusudur. Park’a göre kent hayatı biyotik ve kültürel olmak üzere iki düzeyde örgütlenmektedir.

Kentin biyotik düzeyi, konut, mahalle, alışveriş merkezleri, iş ve ticari gibi alanları ifade etmektedir.

Kültürel düzey ise, biyotik düzey üzerinde kurulan değer, norm, örf ve adetler temelinde gelişen bir yapıdır.

Roderick D. Mckenzie
McKenzie ve Burgess sosyal ekoloji yaklaşımını kentin merkezden dışa doğru uzanan büyüme süreçlerini açıklamak için kullandılar. Kentsel büyümeyi ortak merkezli halkalar ile ifade ettiler.

McKenzie göre; birey grup ya da firmalar kent mekânında yer edinebilmek için mücadele etmektedir.

Ernest Burgess (1886-1966) : Ernest Burgess, ortak merkezli bölge modeli ile kentin büyüme modelini analiz etmektedir.

Medya, Kitle İletişimi ve Toplum

FELSEFE Ders Notları
Medya, Kitle İletişimi ve Toplum - İnsan ve Toplum

Bugün dünyanın büyük kısmında, milyarlarca insanın günlük yaşamının en önemli parçasını kitle iletişim araçları, yani medya oluşturuyor. Yirmi yüzyılın son dönemi itibariyle modern toplumların en önemli toplumsal kurumlarından biri haline gelen medyanın ‘kapsama alanı’ olağanüstü bir hızla genişlemeye devam etmektedir. Medya analizi; kitle iletişim teknolojilerinin, medya kurumlarının toplumlar üzerindeki etkisi ve insanların/toplumların bunları nasıl kullandığıyla ilgilidir.

Yoğunlaşma: Medya kuruluşlarının belli kişi ya da grupların elinde toplanması durumudur.

Tekelleşme: Bir ya da birkaç kuruluşun zaman zaman aralarında gizli ya da açık anlaşmalar yaparak pazarda egemenlik kurmasına denir.

Medya : İngilizce araç, ortam, aracı anlamına gelir. Kitap, gazete, dergi, broşür, telefon, radyo, sinema, tv ve internet vb.

Referans Çerçevesi : Mesajların doğrudan değilde kendilerini "anlamlı kılan" gizli varsayımlardır. 

Medya Teorisi :Yirminci yüzyıl başından 1940’a kadar iki büyük dünya savaşı arasındaki yılları kapsayan ilk dönemde medyanın çok güçlü ve ikna edici bir etkisi olduğuna dair ortak bir görüş egemen olmuştur.

Propaganda Analizi ve Harold Laswell

Harold Laswell dönemin ilk önemli yapıtı olarak “Dünya Savaşında Propaganda Teknikleri” adlı eseri yazmıştır. 2. Dünya Savaşı sırasında ise kitle iletişim araçları neredeyse propagandayla eş değer tutuluyordu.

Propaganda ile birlikte reklam bu dönemi karakterize eden bir diğer önemli mesaj biçimidir. Laswel’in ünlü ifadesiyle “Kim, kime, hangi araçla ve nasıl bir etkiyle ne söylüyor?” sorusu dönemin temel sorusu olmuştur.
“Sınırlı Etkiler” Yaklaşımı
Kitle iletişimi araştırmalarını, 1940-60’lar dönemini kapsayan ikinci evresinde totaliter tehlikenin gerilemesiyle, ilk döneme damgasını vuran çok güçlü ve her şeye gücü yeten medya anlayışı popülerliğini yitirmeye başladı.

Bu dönemde medyanın “çok sınırlı bir etkisi” olduğuna dair yeni bir uç görüş ortaya çıktı.

İkinci döneme damgasını vuran “sınırlı etkiler” yaklaşımının gerisinde ise medyanın çok güçlü olduğu sonucunun dayanağı olan kitle toplumu tezinin terk edilmesi yatmaktadır.

Bu dönemin kurucu ismi Paul Lazarsfeld’dir. Dönemin bir diğer önemli araştırmacısı Hovland, reklamcılığın etkisi üzerine yoğunlaşan çalışmalar yapıyordu.

Çoğulculuk, medyanın toplumdaki farklı gruplarının kendilerini duyurabilmesi için gerekli olduğunu söylerken işlevselcilik, medyanın demokrasinin ortak değerlerini insanlara özümseterek bir görüş birliği sağlamadaki rolüne dikkat çeker.

Medya - Farklı Teorik Yaklaşımlar

İşlevselcilik : Toplumları canlılara, toplumu oluşturan birimleride canlıların organlarına benzetir. Toplumun sağlığı için bütün organlar uyumlu işlemek zorundadır. Kolektif bilincin çökmesi sosyal felaketlere yol açar.

Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı
Elihu KatzKullanımlar ve Doyumlar” yaklaşımı ile medyanın insanlara ne yaptığını değil insanların medyayı ne amaçla kullandığına bakılması gerektiğini vurgulamıştır.

Toplumsal Gruplar

FELSEFE Ders Notları
Toplumsal Gruplar - İnsan ve Toplum

Toplumsal grup, en genel anlamda, küçük ölçekli toplumsal ilişkiler bütünü olarak tanımlanabilir. Bir topluluğun grup olabilmesi için gereken en temel koşul, grup üyeleri arasında etkileşimin olmasıdır. 

Toplumsal grup, üyeleri arasında etkileşim olan, ortak amaç ve çıkarlara sahip, belirlenen değer ve normları paylaşan insanların birlikteliğini ifade etmektedir.

Toplumsal Grupların Özellikleri 
  • Grubun Tanınması :  Toplumsal bir grubun, hem grup üyeleri tarafından hem de başkaları tarafından grup, olarak tanınması gerekmektedir. Bazı derneklerde ya da kuruluşlarda görüldüğü üzere, toplumsal grubun üye isimleri saklı tutulabilmektedir.
  • Grup Üyelerinin Rolü ve Statüsü: Grupların toplumsal bir yapısı bulunmaktadır. Gruba katılan her üye, diğer üyelerin konumlarıyla ilişkili olarak belirli bir rol ya da statüye sahip olmaktadır.
  • Grup Üyelerinin Rolleri: Gruplar, örgütlenmiş kişisel eylemler bütünü olarak görülebilir. Bu anlamda, grubun her bir üyesi, kendi toplumsal rolünü oynar ve böylece, grup katılımını gerçekleştirir.
  • Grubun Sürekliliği: Grupların sürekliliği bakımından karşılıklı ilişkiler, büyük önem taşımaktadır. Toplumsal süreç tek yönlü olamaz, birlikte ve karşılıklı olması gerekmektedir.
  • Grup Normları: Gruplar, davranış normlarına sahiptirler. Yazılı ya da yazılı olmayan davranış normları, grup üyeleri tarafından bilinir, anlaşılır ve takip edilir.
  • Ortak İlgiler ve Değerler: Grup üyeleri, ortak ilgileri ve değerleri paylaşırlar. Bazı grupların ortak ilgileri ve değerleri, belirgin bir biçimde tanımlanmış olmasına karşın, bazı gruplar için belirsiz olabilmektedir.
  • Grubun Toplumsal Hedefleri: Grup eyleminin yöneldiği, toplumsal hedeflerin yani, amaçların bulunması gerekmektedir. Her grubun bir ya da birkaç amacı bulunmaktadır.
  • Coğrafi / Mekansal Yakınlık: Grup yaşamın sürdürülmesinde, temel unsurludan biridir. Toplumsal gruplar, zorunlu olarak belirli bir zamanda ve mekânda bulunmaları nedeniyle, fiziki mekânın sınırlamalarına bağlı kalmaktadır. 
Toplumsal grupların, neden bir çalışma konusu olarak ele alındığı ve küçük grupları incelemenin ne anlam taşıdığı sorularına yönelik üç temel neden gösterilmektedir.
  1. Toplumsal gruplar, toplumsal bir olgu olarak kabul edilmektedir.
  2. Toplumsal gruplar, aynı zamanda, toplumu yansıtmaktadır.
  3. Toplumsal grup araştırmalarının sonuçları, toplumsal uygulamalar için önem taşımaktadır.
Toplumsal Grup Çalışmalarının Tarihi
  • George Simmel'in (1900) çalışması küçük gruplar hakkındaki en erken çalışma olarak bilinir.
  • Charles H.L. Cooley / ayna, benlik / Cooley’in ayna benlik (looking glass itself) kavramı, kişisel benliğin toplumsal yaşam sonucu oluştuğunu göstermektedir.
  • Thrasher'in Chicago kentinde gangsterlerle ilgili çalışması önemli bir çalışmadır.
  • Robert F. Baies, 'Etkileşim Süreci Analizi’yle, grup gözleminin sistematik yöntemlerini ve etkileşim süreçlerinin ölçümünün geliştirilmesine öncülük etmiştir.
  • William F. Whyte’nin köşe başı gangsterleriyle ilgili araştırması, grup içi ve gruplar arası yardımlaşma ve çatışma konuları üzerine önemli örneklerdendir.
  • 1980’Ii yıllarda yapılan grup çalışmaları arasında ‘azınlık etkisi’, önemli araştırma konumlarındandır.
Toplumsal Grup Çeşitleri

Birincil Grup : Samimi, yüz yüze ilişkilerin ve dayanışmanın olduğu aile, arkadaş vb. dayanışmaların hakim olduğu gruplardır. ABD'li sosyolog Charles H.L. Cooley kullanmıştır. En önemlileri aile, arkadaşlar, komşular ve akrabalardır. Cooley'e göre birincil gruplar insan neslinin bakılıp korunduğu ve güven verici ilişkilerin kurulduğu yerdir.

İkincil Grup : Bireyin gönüllü ve belirli bir amaca yönelik olarak katıldığı, ilişkilerin yasalar, kurallar ve resmi anlaşmalarla düzenlendiği gruplardır. Dernekler, şirketler, partiler, bankalar iletişim sınırlı ve kurallar büyük önem taşır.

İç ve Dış Gruplar : İç grup ve dış grup kavramları, Amerikan sosyolog William Graham Sumner tarafından ortaya atılmıştır. İç grup, insanların ortak değerleri ve yaşam biçimini paylaştığı, kendilerini ait hissettikleri ve bağlılık duyduğu grubu ifade etmektedir.

Dış grup ise bireylerin kendi gruplarıyla rekabet halinde olan ya da karşıt olarak gördükleri gruplardır. İç gruplarda, “biz” duygusu hâkimdir.

Etnosentrik bakış açısı temelinde, kendilerine rakip ya da karşıt olarak gördükleri dış gruplar ise “onlar” olarak ifade edilmektedir. Fichter’a göre, kişinin birincil grubu, iç grup olarak adlandırılabilir.

İnternet Toplulukları ve Sanal Cemaatler : İnsanların internet ağlarına bağlanarak bilgisayar aracılığı ile iletişimde oldukları oluşumdur. Bunun üzerinde çalışan ilk isim Ferdinand Tönnies'tir.